Modern Develer.


Sövüşken bir girizgâh gerek. Gerek ki anlasın okuyan; neden kızıyorum, çok?!







Bak ne söveceğim;


Ulan, be klavyesindeki tuşlarına siçtuğum; daha klavyende "Ü" yü bulamıyorsun. "Ç" den haberin yok. "ı" harfini ancak "sıkıldım" yazmak istediğinde; o da "sikildim" yazmamak için bulup kullanıyorsun.

Ulan, be bi araba parası telefonunun piksel piksel ekranına siçtuğum;

"Benim telefonuma Türkçe klavye yüklenmiyor" diyecek kadar akıllı, ama bi' "ç", bir "ö", bir "ü" yazamayan telefona haydi arabayı geçtim, bir en azından çamaşır makinesi parası verecek kadar gerzek arkadaşım.

Ulan, ben sövüyorum, kızıyorum da kime gidiyor bunlar? Birileri alınsın artık üstüne ya hu!
Dedesinin mezarını okuyamıyormuş?
Bu yaşına geldin, kim bilir ne üniversiteler bitirdin, belki de büyük adam oldun. Eyvallah.
Kendi adını yazabiliyor musun, yazıyla derdini anlatabiliyor musun? Onu de hele bi'.

Cevaben yazdı:
"Yaziyom tabi. yazim de gor simdi. ercan sayal."
Ben de onu diyorum işte, bi' siktirol!
Hmm...

 Kaldı ki ben Osmanlıca'ya kesinlikle karşı değilim. Hatta okullarda bile okutulsun. Sonuçta 600 yıl civarı bu dil ile yaşayan bir Türk toplumusun. Kimse senin atanın dilini öğrenmene engel teşkil etmemeli.

Ancak; sen Türk toplumu olarak 600 yıldan ibaret değilsin. Sen, ve dolayısıyla dilin binlerce yıllık geçmişe dayanıyor. Yani bugün Latin harfleriyle kullandığın dili geçmişte Göktürk alfabesi ile de kullandın, Arap alfabesi ile de.

Sana ilginç bir şey söyleyeceğim;
Okuma-yazmayı hiç bilmeyen bir adam düşün. İşte o adam ile senin konuştuğun dil; aynı dil. O, yazmayı bilmediği için onun için "alfabe" kavramı yok. Yani bu ne demek?

Sen "Ercan" da yazsan, "ارجان" da yazsan, hatta kiril harfleriyle "Эрджан" bile yazsan konuşurken O'nun için aynı kapıya çıkıyor.
Osmanlıca dediğin yalnızca "Arap alfabesi ile yazılan Türkçe" değil, bunun da farkındayım. Osmanlıca, Arapça, Türkçe ve Farsça'nın iç içe olduğu bir başka dil.

" 13 ile 20. yüzyıllar arasında Anadolu'da ve Osmanlı Devleti'nin yayıldığı bütün ülkelerde kullanılmış olan, Arapça ve Farsçadan etkilenmiş Türk dili.[1] Alfabe olarak Arap alfabesinin Farsça ve Türkçe için uyarlanmış bir biçimi kullanılmıştır." (Kaynak: Wikipedia.org)
Sen gel, Osmanlıca da öğren, çocuklarına da öğret, itirazım yok.

E, madem itirazım yoktu da neden yazdım bunca yazıyı?
Mesele şu ki Osmanlıca feryadı eden güruhun çok çok büyük çoğunluğunun derdi sıkıntısı Osmanlıca öğrenmek, ataya, dedeye, dinine, geçmişine sahip çıkmak değil. Kendileri de bunun farkında değil zaten.

Çok çok büyük çoğunluk; "Padişahım ne derse o doğrudur, öyle olmalıdır." zihniyetinde.
Yoksa sokak aralarına kadar girmiş "shop" lar, "center" lar, "fitness" ler, "body-building" ler, "burger" ler, "café" ler, "restaruant" lar, falanlar filanlar hep bu arkadaşlardan habersiz, ansızın, bir gecede ortaya çıkmadı ya?

Bu kadar diline, atasına, geçmişine bağlı bir millet nasıl oldu da kabullenebildi bu yukarıdaki dükkan isimlerini?


**************


Konuyu din ile bağdaştıranlar için de ayrı bir açmaz var.

Kur'an-ı Kerîm Arapça. Yani, Arap harfleriyle yazılan Türkçe değil. Dolayısıyla "Osmanlıca bilen adam Kur'an-ı Kerîm'i anlar" diye bir önerme doğru olmaz.

Kur'anı-Kerîm, hoş sadalarla okunan bir şarkı olmaktan ziyade, bir rehber, yol gösteren olarak indirildi bildiğim kadarı ile. (Yanlış biliyor da olabilirim, aynı şarkıyı yüz kere okuyunca cennete gidiliyor olabilir, beni okutan hocaların günahı vallahi.)

Diyor ki Allah (c.c.);

إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْإِحْسَانِ وَإِيتَاءِ ذِي الْقُرْبَىٰ وَيَنْهَىٰ عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

Ve biz, Kur'an bilen millet; okuyoruz:

İnnallâhe ye/muru bil’adli vel-ihsâni ve-îtâ-i żî-lkurbâ veyenhâ ‘ani-lfahşâ-i velmunkeri velbaġy(i)(c) ya’izukum le’allekum teżekkerûn(e).

Her Cuma, imam efendi hutbede tekrar etmese ne anlama geldiğini bilmeyiz:
"Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fuhşiyattan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz."

Her Ramazan, her Kandil, her mübarek gün; güler yüzlü, sempatik, kır saçlı bir amcamız karşılar bizi televizyon ekranlarında.
Anlatır çoğu zaman Kur'an-ı Kerim'den; tercüme ede ede.

Bir Ramazan günü, iftar mı sahur mu hatırlamıyorum.
Hz. Yusuf'u anlatıyor. Çok da güzel anlatıyor hakkını vermek gerek.
Ve seyircilerdeki yüz ifadesi aynen şu;
Hani heyecan veren bir film izlersin de devamını merak edersin ya. Duymazsın kimseyi. Hep aklında "acaba ne olacak?"

Neden böyle, biliyor musun? Adam Kur'an-ı Kerîm'de Yusuf sûresini okurken Türkçe mealinin yüzüne bile bakmıyor.

Halbuki bilseydi ki Allah (c.c.) ilk emrini (oku) verdiğinde "okuyup" anlaman için indirildiğini, bilirdi aynı zamanda Yusuf'un hikayesini de. Okuma okuyordu ama anlamıyor ise birşeyler yapmalıydı.
Ya Arapça öğrenecekti, ya da hazır çevrilmişini hemen yan tarafından okuyacaktı.
Ama yok, Kur'an okumak demek meal okumak değildi, onun için, hâşâ!

Osmanlıca bilse idi de Kur'an-ı Kerim'i okuması aynı olacaktı. Anlaması, belki tanıdık kelimeleri anlayacaktı (tanıdık kelimeler derken; Osmanlıca'nın Arapça-Türkçe-Farsça karışımı bir dil olduğunu belirtmiştik ya hani; heh, işte oradan tanıdığı Arapça tanıdık kelimeler.) hepsi bu.

Neyse; niyetim -özellikle dini konularda- ahkâm kesmek değil, haddime de değil.

Ben bu yazıya başlarken asıl niyetim yıllarca öğrendiği (12. sınıfta bile edebiyat dersi var. Düşün, 12 sene!) yazamayan beyinlere kin kusmak idi.
Ve bundan aciz olan insanların daha "ne olduğunu" bile bilmediği bir şeyi, sırf "Padişah" ı doğru buluyor dile gözü kapalı destekleyenlere "yürü git lan!" demek idi.

- Kime yürü git diyecekmiş?
- Padişahı destekleyenlere.

Hah, işte! Benim kızdığım, yerdiğim, kin kustuğum beyin bu.
Neden? Çünkü ondan önceki cümleyi unutuverdi bile. Halbuki kendi dilini okuyup yazabilseydi;
- Kime "yürü git" diyecekmiş?
- 12 senede kendi dilini okuyup yazamadığı halde, ne olduğunu belki de bilmediği bir şeyi lideri desteklediği için gözü kapalı destekleyenlere.

Farkettiniz mi bilmiyorum ama yukarıdaki cümlede; cümlenin öğelerinden "özne", cümlenin kendisi.

Velhasıl,
Umarım anlaşılmıştır ki benim meselem Osmanlıca okutulsun-okutulmasın değil, önce diline sahip çıkabilmektir.

Deveye sormuşlar, "boynun neden eğri?" demiş: "sensin eğri."

Modern Develer sizi.


Ercan SAYAL

Yorumlar

Popüler Yayınlar