BEN İÇERİM İKİMİZİN YERİNE




Arkadaşını aradı.
Canı sıkkındı, belki biraz dertleşmek, olmadı boş laflarla da olsa iki lafın belini kırmak, bir iki duble bişeyler içmek istedi canı. Canına yakın biri olsun istemişti yanında. Huzur bulması lazımdı artık.

Arkadaşı bir yandan bu teklifi kaçıracağı için kendi şansına söverken bir yandan da gelmek istediğini her fırsatta belirtmeye çalışıyordu. Ama ne yazık ki gelemeyecekti. İşi mi varmış, önemli miymiş neymiş... Orada olmak isteyip de olamayanların yaptığı gibi "Benim için de iç" deyiverdi.

Vedalaşmaların, keşkelerin, iyi dileklerin ve telefondan doğru öpüşmelerin ardından kapattı telefonu.

Arkadaşının dediği gibi yapacaktı.
İki kadeh koydu masaya. İki çatal, iki küçük tabak, iki kişilik meze ile donattı tek kişilik sofrasını. Dertleşmesi lâzımdı. Usul usul açtı ne zamandır sakladığı rakısını. Önce kendi bardağını yarıladı, sonra arkadaşı için getirdiği bardağa yarıdan daha az rakı koydu. Rakıyı şalgamla beraber içenleri biliyordu da, O her şeyi en özgün haliyle severdi. Rakı içiliyorsa o bardak bembeyaz olmalıydı.

Soğuk kış günü dışarda doğal olarak soğumaya bıraktığı dinlenmiş suyundan doldurdu; önce kendi bardağına, sonra arkadaşının bardağına.

Başladı anlatmaya...
İçinden geçenleri, yaşadığı hüzünlü anılardan kimsenin bilmediği bölümleri anlatıyordu. İlk defa gün yüzüne çıkan bu gerçekleri anlatırken bir yandan heyecanlanıyor, bir yandan da geriliyordu.

Rakısından bir yudum aldı.
"Bu benim. "
Sonra diğer bardaktan.
" Bu senin için. "
Bir daha ve bir daha.

Bir yandan heyecanlı heyecanlı anlatıyor, bir yandan da; "bu benim için", "bu senin için" diyerek her iki bardaktan da içiyordu. Her yudumdan sonra masadaki mezelerden birer çatal alıyordu, "bu benim için" , "bu senin için".
Ne zamandır bir arkadaşıyla böyle içten muhabbet etmemişti. İçtikçe anlatıyor, anlattıkça keyifleniyordu. Bir ara bir terslik olduğunu farketti. Kendi bardağından bir yudum daha aldı: "Bu benim için." Beyaz peynirden bir çatal aldı "benim için". Bir dilim daha; "bu senin için."

Bu sırada aslında orada olmayan arkadaşına baktı. Sanki sarhoş mu olmuştu, ne? Tekrar uzandı kendi bardağına: "Bu benim için." Ama bu sefer arkadaşı tedirgin bakıyordu sanki. Aldırmadı. Anlatmaya devam etti. İçindeki bütün birikmiş küflü, paslı hatıraları, duyguları anlatıp bitirmeliydi, kurtulmalıydı hepsinden. Arkadaşının söze girmesinden endişeli olsa da yine de uzandı kendi bardağına: "Bu benim için."
Bu sonuncu ile bardak tamamen boşalmıştı, arkadaşının bardağında kalanı da hiç bir şey söylemeden tek seferde bitiriverdi.

Tekrar anlatmaya başladı...
O kadar çok anlattı ki artık ne dert kalmıştı, ne keder, ne gam, ne tasa...

Boşalan bardakları tazeledi.
Yine başladı anlatmaya; daha heyecanlı, daha hızlı, daha abartılı.
"Bu benim için."
"Bu benim için."

Bardağı bittikçe dolduruyor, arkadaşının bardağına ne zamandır el sürmüyordu. Arada bir kaç lokma götürüyordu ağzına: "Bu senin için. "
Sonra devam etti; "bu benim için."
Birden rahatladığını farketti, öyle böyle rahatlamak değil ama...

Hani çocukken saçma sebeplerden kalbin kırılır da ağlarsın ya saatlerce, soğuktan donuyor olsan bile yanacıkların gözyaşlarınla ısınır, ısınır, ateş olur, yanar. Sonra da bir tatlı uyku gelir ki hani hayatın boyunca hatırladığın en güzel uykular bunlardır.
İşte öyle huzurlu hissediyordu, öyle rahatlamıştı artık. Kendi bardağında kalan son yudumu da götürdü; "bu benim için."

Sonra arkadaşının bardağına uzandı eli. "şak" diye bir sesle diğer eli şamarladı, arkadaşının bardağına uzanan elini. Orada olmayan arkadaşının yüzüne baktı alaycı alaycı:

"Sen içme ulan, bokunu çıkarıyorsun. "

Yorumlar

Popüler Yayınlar