Yatay Zekâ

Sene bin dokuz yüz çift sıfır. Ben yine Antartika'da. Ama havalar nasıl soğuk, nasıl soğuk! Şimdiki gibi -40'lar, -50'lere can kurban.
Hani derler ya tükürdüğün yere inmeden donuyor, öyle bir şey yok. Ağzından verdiğin nefes pudra şekeri gibi yere dökülüyor. O zamanlar sıcaklık ölçecek alet edevatlarımız da bir yere kadar ancak ölçebiliyor tabii. -95 falan vardır ama.

Gerçi bize göre -1 ile -50'nin farkı ne ki, nasıl anlarız? Neyse onu düşünecek olan ben değilim.
İşte böyle soğuk günler yaşanıyor Arizona'da.

Arizona'yı bilirsin, sıcaklığıyla ünlüdür. Çöl falan. Ama nasıl sıcak. Şimdiki gibi 50, 55 dereceler değil, belki 100 belki 150. Hani derler ya "yumurtayı yere kır, anında pişiyor." İnanmazsın, biz devenin derisini yüzüp yere bırakırdık da koca ren geyiği anında mühürlenirdi. Bu ala geyiklerin lezzeti de bir başka. Neyse, ağzını sulandırmayayım şimdi.

İşte böyle sıradan, her zamaki gibi hafif sisli bir akşam üstü, bir fırtına geldi, ama öyle böyle fırtına değil. Bir de öyle bir sis var ki, göz gözü görmüyor. Göz görmeyince gönül katlanıyor, gözden ırak olan gönülden de ırak oluyor. O zamanlarda Irak yine karışık tabii, ama konumuzla alakası yok.

Ne diyorduk? Heh, Amazon ormanlarında Muson Yağmurları başlamıştı. Halbuki bize yılın bu zamanlarında yağmur falan yağmadığı, hatta bazı canlı türlerinin bu yüzden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu söylenmişti. Kim söylemişti, onu da hatırlamıyorum ama Gogol muydu neydi, öyle bir şey olacaktı adı. Ağaçların altında bir süre kendimizi korumaya çalıştık. Neymiş, kıyafetlerimiz ıslanmayacakmış. Boşversene.
Böylesine yağan yağmura karşı koyabilmek ne mümkün. üstün zekâm sayesinde hemen toparlanıp ağaç yapraklarını toplamaya başladım. Hemen dediysem bir kaç saate, yağmurdan korunabileceğimiz bir sığınak yaptım. Ancak yetmiyordu. Bu kadar ıslaklık bu elbiselerle bizi öldürürdü. Dedim ki "soyun". Bana dedi ki "senin de aklın fikrin oynaşta". Hayır canım, öyle değil. Tamam aklım fikrim oynaşta ama konu o değil.

Islak elbiselerin altında iyice hasta oluruz. Çıplak durursak en azından hasta olmayız belki. Sonuçta Aborjinler falan hep mal mülk meydanda geziyor. Şahane servetlerini sergilemek için değil herhalde? Servet de servet olsa. Birinde iki mandalina. öbüründe Çengelköy hıyarı. Ben böyle deyince mantıklı geldi. Demesin mi "arkanı dön, utanıyorum." Lan, döneyim dönmesine de elbiseler kuruyana kadar giymeyeceğiz, biliyorsun değil mi?
Meğer bizim hınzırın derdi başkaymış. "konu o değil" dedim ya, o zoruna gitmiş besbelli. Arkamı döndüm: Ttamam bakmıyorum."

Götümde bir acı var, götümün yanakları yanıyor, ama nasıl. O soyunurken ben bakmamak için arkamı döndüğümde "ne demek lan konu o değil" diye benim kafama bir odun indirmiş. Kendi soyunmuş, beni soymuş, sırt üstü çimenlerin (!) üstüne yatırmış. Filmlerde gördüğüm gibi ırzına geçerim sanmış, tabii bedende can yok. "Filmlerde uyurken oluyordu ya?" diye sayıklıyor. Ah canım. Ben bu manyakla bu adada ne yapacağım? Hayır tamam bizi soydun, beni bayılttın dikenlerin üstüne attın da çamaşırları ne bok yemeye yaktın? Altın kaplama zippo'mu yanımda götürdüğüme o an pişman oldum.

Şimdi bu kuş uçmaz, kervan geçmez sahra çölünde iki çıplak gerizekalı baş başayız. Yapacak tek şey var, bir şeyler bulup yemek. Sevişmek diyeceğim sandın değil mi? Ah canım, kusura bakma. Bu arkadaş senden benden bin kat tripli. Bunun bana neler ettiğini anlatsam ömür yetmez. Gördüğün gibi o kadar meşgulüz ki bu hikayelere ayıracak vakit yok.

Okyanusun ortasında odundan sandalla, terlikten kürekle, pusulasız, haritasız güneşin bağrında köpekbalıklarının arasında sevişçilik oynamanın sırası değil. Bi dakika lan? Aklı fikri oynaşta olan bendim hani?
Neyse.

Yokluk böyle bir şeyse demek ki. (Bunu sesli söylemediğim iyi oldu, bir ömür yüzüme vurulur, başımın eti yenirdi. )

- Tamam, yapmayacaksak kıyafetlerimizi bari giyelim, yan taraftaki kamyondaki herif kötü kötü bakıyor?
- Ne? Hah?! Al şunu al, kapat üstünü başını. Ne zaman soyundun ki sen?
- Ne soyunması ya? Taş-kağıt-makas?
- İki saattir elim böyle seni bekliyorum. (yumruk yapmış)

- Bu nasıl trafiktir arkadaş ya. Şu klimayla, camlarla da oynayıp durma allah aşkına. Bu ne, bir sıcak bir soğuk, bir sisli bir güneşli. Mikail oldun başımıza, sıçtın ağzımıza burada!
- Ay ne yaptık be?! Altı üstü bir taş-kağıt-makas oynayalım dedik. Oynamıyorsan oynamıyorum de. Alla halla!
- Tamam, tamam neyse. Kaç saat oldu biz yola çıkalı? Bu nasıl bir trafik, yarım saatlik yolu üç gündür varamadık.
- Ne saati ayol, daha beş dakika oldu. Hangi trafik, bizden başka 2 araba var koca yolda?
- Ben uyumuş, dalmış falan olabilir miyim?
- 3 saniyelik trafik lambasında mı? Vallahi bravo!
- Başka hiç durmadık yani?
- Şöyle söyleyeyim, yolda gördüğümüz hiçbir kadını es geçmedin. Böyle, radar gibi fıldır fıldır gözler, maaşallah. Kalçalar sallandı, sen sallandın. Memeler hopladı sen hopladın. Sinyal vermeden şerit değiştiren, dönen hiçbir şoföre "Gavur oraya bir çubuk yapmış, dokunuyorsun, ışık yakıyor, ne yapacağına dair fikir veriyor diğer sürücülere. Heh işte o senin götüne girsin" temennilerini eksik etmedin. Tekerine sövmediğin araba yok. Ha yine de "daldım" diyorsun, bravo. Bu kadar dikkatli araba kullandığını daha önce görmemiştim. Benimleyken hep böyle dal, he mi? Hep böyle daalll (kelime oyunu da yapıyor zilli)
- Tövbe de kız!
- Hayırdır inşallah?
- Neyse neyse. Buradan mı giriyorduk?
- Hıhı.
- Buyrun efendim, evinize hoş geldiniz.
- Bize geçelim mi, bir şeyler içeriz?
- Yok, yok. senin yanında ben kendimi kaybediyorum.
- İyi ya işte, sevişiriz?

- (Dudak arasından, mırıldanarak) Ben başıma gelecekleri biliyorum. İyi geceler sana.
- Taksi!
- Taksi mi? Nereye gideceksen götürürdüm ben?
- Bu benim evim değil, seni evimin önüne kadar getireceğimi mi sandın?
- Bu da benim arabam değil zaten. Benzin de bitti. Bari aynı taksiye binelim, yolu yakın olan önce iner, hesabı üleşiriz.
- Uyar.

Yapay Zekâ:  Eheheh bu da benim bilgisayarım değil.
Bilgisayar: Lan, bu benim yazılımım değil. Aloovvv?!!!
BABA:  Evladım, kaç kere dedim kullanmadığınız zaman şu bilgisayarı açık bırakmayın, boş yere elektrik yakıyor diye!?
...



Yorumlar

Popüler Yayınlar